Yürekleri Titreten Mekan: UHUD!

Uhud’a gideceğimi duyunca bile bir hüzün kaplıyor içimi. Seyyidi Şüheda Hz. Hamza radiyallahu anhı ziyaret etmek heyecan ve hüzün veriyor.

Ve Uhud meydanındayım.

Uhud dağı kırmızı toprağı ile Uhud meydanını gözlüyor. Adeta savaş yeni olmuş ve her taraf şehitlerimizin kanı ile toprak kıpkırmızı olmuş. Kılıç seslerini duyuyorum. O anı yaşıyorum.

O an orada olmak, Resulullah’ı koruyan bir sahabe olmak istiyorum. Orada olmak, Hz. Hamza radiyallahu anha gelen mızrağın önüne durabilmek isterdim. Zira Allah Resulü O’nun için çok üzülmüştü. İstemezdim Resulümün üzülmesini, istemezdim O güzel insanın ölmesini. Ama O şu an Seyyidi Şüheda.

Sancağı görebiliyorum, Mus’ab radiyallahu anhın elinde. Bir elinde sancak, bir elinde kılıç. Genç öğretmen, önder insan, şemaili Peygamberimiz’e en çok benzeyen insan, artık şehitler kervanında. Vücudunda kılıç darbesi almadık yer kalmadığı halde sancağı bırakmayan güzel insan, Allah senden razı olsun.

 Bir ses duyuluyor savaş meydanında: Allah Resulü öldürüldü. Şehit düşen Mus’ab radiyallahu anhı Allah Resulü sanmışlardı. Bir ses daha duyuluyor: Allah resulü öldü ise siz ne diye yaşayacaksınız, kalkın ve ölün. Ve kalktı tüm sahabe, bir kez daha hücum ettiler. Öyle bir hücum ki düşmanı darmadağın etti. Lakin okçular, söz dinlemeyen güzel okçular, yerlerini terk ediyorlardı. Ve hüsran! Kazanılan savaş kaybediliyordu.

Savaş hüzünlü başlamamış mıydı? Peygamberimiz savunma savaşı yapalım demişti. Genç sahabeler, Bedir’e katılamayan sahabeler meydan savaşı istiyorlardı. Meydan savaşına ısrar edildiğini gören Peygamberimiz evine girip zırhını giymişti. Zırhını giydiğini ve yüz ifadesini gören sahabeler, Ya Resulullah senin dediğin olsun diyor ama Peygamberimiz “Bir peygamber giydiği zırhı çıkarmaz” diyordu.

Ve Peygamber Efendimiz savaş meydanında. Büyük Peygamber, büyük komutan. Mükemmel bir meydan savaşı projesi belirliyor. Arkasında Uhud dağı, solunda okçular tepesi, karşıda müşrikler. Plan mükemmel ama plana uyulursa!

Ve uymamışlardı. Ordumuz dağılmış, Peygamber Efendimizin etrafını müşrikler sarmıştı. Bir grup sahabe canla başla Efendimizi korumaya çalışıyordu. Ama tek tek şehit düşüyorlardı. Bir kadın sahabe elinde kılıç Peygamberimizin bir sağında, bir solunda, bir önünde, bir arkasında. Kocasını şehit vermiş, oğullarını şehit vermiş ama O Allah Resulü nerede diyordu, bu mücahide kadın sahabe Nesibe Binti Kab’tı, yüreğinde öylesine bir resul sevgisi vardı ki, O’nun için ölmeye hazırdı.

Ve Peygamberimizin mübarek dişleri kırılıyor, zaman duruyordu.

Allah, Allah…

Allah zamanı durduruyordu. Ve ilk kan yere düşecek olursa Allah yeryüzünü helak edecek. Rabbimiz Cebrail aleyhisselame, “Kulum Muhammed aleyhisselamın kanı yere düşmeden yetiş” diyordu. Cebrail aleyhisselam semadan o kadar hızlı iniyordu ki neredeyse kanatları yanacaktı. Ve kan yere düşmeden yakalanıyordu. O kan yere düşse idi halimiz nice olurdu. Sevenin sevdiğine dokundunuz mu, seven sevdiği için size dünyayı zindan eder.

Uhud meydanını hüzünle adım adım dolaşıyorum. Okçular tepesine çıkıp savaş meydanında seyredip tefekkür ediyorum. Okçular tepesinin arkasında bir su deresi var. Dere ile tepe arasından geçenler okun menzilinde. Okçular yerinde durduğunda ordumuzun arkasından gelecek bir zarar söz konusu değil.

Okçular tepesinin önü Uhud Dağı’na kadar düz bir ova, burası savaş meydanı. Hz. Hamza ve diğer sahabe efendilerimizin kabri bu düzlükte ve etrafı çevrili bir alan.

Okçular tepesi ile Uhud Dağı karşı karşıya. Peygamber Efendimizin karargahını hemen Uhud Dağı’nın eteklerine kurmuştu.

Okçular tepesinden inip Uhud meydanına, Hz Hamza’nı kabrinin bulunduğu alana varıp bir Fatiha okuduktan sonra Uhud Dağı’na, Efendimizin karargah kurduğu ve dişinin şehit edildiği mekana yöneldim.

Peygamber Efendimizin karargahını kurduğu yere yapılan mescitten birkaç temel taştan başka bir şey kalmamış, harabe bir görüntü var. Allah Resulünün çadır kurduğu yere ecdadımız o hatıraları yaşatmak için güzel mescitler yapmış ama bugün bu yapılar yerle yeksan olmuş.

Karargâh kurulan yerin hemen ilerisinde Uhud Dağı’nın kayalık kısmında küçük bir mağara denilemeyecek kadar bir oyuk var, o ancak bir iki insanın sırtını verebileceği kadar küçük bir alan. Bu alan Peygamberimizin savaşta sığındığı, sahabelerin etrafında etten bir duvar gibi ördükleri mekân. Burası hüznün zirve yaptığı, gözyaşının sel olduğu nokta!

Gönlümüzde hüzün, gözümüzde yaş ile Uhud’u şehitleri ile başlayan baş başa bırakıp Medine’ye dönüyorum.




 Muhammed KURTCEPHE - 19 Aralık 2006 – Medine

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder